Bu gün bir kitap okudum. Hani o bir günde, belki birkaç saatte okunabilen kitaplardan birini. Çok güzel bir adı var : AŞKIN ÖMRÜ ÜÇ YILDIR ( Frederic Beigbeder)
Kitaptaki bir bölüm çok dikkatimi çekti :
İlk yıl "Beni terk edersen kendimi öldürürüm "denir.
İkinci yıl "Beni terk edersen acı çekerim ama kendimi toparlarım " denir.
Üçüncü yıl "Beni terk edersen şampanya patlatacağım "denir.
Bazılarınızın bıyık altından güldüğünüzü görüyorum beyler. Hadi saklamayın. İtiraf edin. Yazar pek de haksız sayılmaz, değil mi?
Ne kolay harcarız aşkları biz. Bir kalemde sileriz. Çok kolay bulur, aynı hızla da kaybederiz. Bir hata var ama nedir bilemiyorum ?
Aşkın tarifini henüz yapabilmiş değilim. En beğendiğim aşk tarifi sevgili Mevlana'ya ait : Aşk sayıya sığmaz, ölçüye gelmez sevgidir.
Ne deriz hep : Seni çoook seviyorum. Çok nedir, sayabilir misin? Ölçebilir misin ?
On gram buğday bir karıncaya göre çoktur. Bir kamyon buğday da benim için çoktur. Çok'u ölçebilir misiniz? Çok, kaç santimdir, kaç gramdır.
Demek ki ölçülemeyen, tartılamayan ve sayılamayan sevgiler aşktır.
Ama karıştırılan bir şey var : Beğeni, tutku, cinsel istek, cazibe, bir anlık hoşlanma, elektrik, felsefe uyuşması, vs. vs. = Aşk. Olabilir mi? Olamaz.
İnsan aşık olduğunu nasıl anlar, nasıl hisseder ? Vazgeçilmez hislerin, vazgeçilmez insanın o, olduğunu nasıl anlar ? Çok iyi mi düşünmek gerek .
Yoksa balıklama, ne olursa olsun diye ilişkiye dalmak mı gerekir ? Balıklama dalarsanız , su yüzüne çıkışınız kadar sürer aşkınız.
Vazgeçilmez olmalı... Kızdığınız halde vazgeçilmez... Küstüğünüz halde vazgeçilmez... Sabah uyandığınızda ağzı koktuğunda bile vazgeçilmez... Çırılçıplak, makyajsız, cici elbiselersiz olduğu zaman bile vazgeçilmez... Eleştirirken bile vazgeçilmez... Hayır dediği halde vazgeçilmez... Sizi unutsa da vazgeçilmez... Dedim ya vazgeçilmez olmalı !
Hangimiz ilk aşkımızı hatırlayıp of, off, offff demedik. Demediniz mi ? Hadi hep beraber düşünelim.
Ne o deprem mi oluyor, karşıki dağlar yıkılmaya başladı?
Siz beyefendi 50 yaşındasınız. İlk aşkınızı 15 yaşında mı yaşadınız? Demek ki aşkınızın yaşı 35. Üç yıl değil yani... Hani o ağacın altında onu ne kadar da öpmek istemiştiniz de olmamıştı.
Siz güzel bayan yaşınız 35 olsun. İlk aşkı 17 yaşında tattınız. Yani tam 18 yıl önce. Unutamadınız değil mi? Hatta o sebeple ona benzeyen biriyle evlenmediniz mi?
Ahh, ahhh, hatta of, offf...
Aşkı yaşatmak için... Çaba gerek... Gayret gerek... Karşılıklı çalışmak gerek... İtina gerek... İncitmemek gerek... Gerek, gerek, gerek. Yani ne yapılması lazımsa onun yapılması gerek.
Aşkı kaybetmek içinse bir acı söz yeter. Unutmayın verdiğiniz acıları hiç bir şey mazur gösteremez ve silemez.
Bir de aşkı asla ama asla eleştirmeyin. Çünkü aşkı eleştirenler ona en çok ihtiyacı olanlardır...
Ben açıkçası Mösyö Frederic'e katılmıyorum. Hatta okurken ona acıdım bile. Halbuki aşk evlilikleri ile ilgili ne güzel kitaplar var. Keşke o kitaplarda anlatılan mutluluğu yakalayabilseydi...
Aşk, buğday başağı gibi sizi kendi içinde toplar. Fakat buğdayları seçmek ve ayırmak için harman eder, kabuklarınızı atmak için kalburdan geçirir, beyazlatmak için değirmende öğütür.
Sonra sizi yumuşatmak için yoğurur. Sonra da kendi mukaddes ateşine atar ki hayatın kalbinden bir parça olasınız.
Aşk, sabahleyin kanatlanmış bir kalp ile uyanmak ve akşam sevgi sözcüklerini terennüm ederek uykuya dalmaktır...
Aşkın Ömrü
- Super User
- Aşk Sevgi
- Gösterim: 717